20130415

karsimdakinin frekansina kisildim kaldim

20130412

şurada yıllar öncesi derdimi anlatmaya çalıştığım zaman, şeyler yaşanıyormuş-muş ta daha da yaşanacakmış ta, aldılar götürdüler delik ceplerine koydular değiştiremediklerini, unutarak ilerlemeye devam ettiler, ettik, etti - NİZ sayın okur, ne gafletler ne parlamalar hırlamalar, içlenmeler içerden içeri dönmeler yanmalar, hamdık piştik yandık mı daha pişemedik bile o yıllar yılı piştiğimizi sandıklarımızda da havalar yeni ısınıyordu, gördüklerimiz göreceklerimizin yanında püüüü neler gizli satırlarda püüüüü ne egolar püüüüüüü

20130225

zen üstadı keşiş zuigan her güne yüksek sesle kendi kendine "efendim, orada mısın?" diye sorarak başlardı. sonra da, "evet efendim, buradayım" diye cevap verirdi. sonra, "toparlansan iyi olur" derdi. ve karşılık verirdi: "evet efendim, öyle yapacağım." bundan sonra da, "şimdi dikkat et, seni aptal yerine koymalarına izin verme" derdi ve cevaplardı: "oh hayır efendim, izin vermeyeceğim, izin vermeyeceğim."
hadi ya olumsuz

20130217

             - Ayak havlusu yerde durur.

20120830

Tarlabaşına Sanatsal Müdahale : Yıkıma Kadar Görülebilir Begüm Özden Fırat - Bir + Bir Temmuz - Ağustos


Son aylarda Tarlabaşı'nda sıradışı bir hareketlilik yaşanıyor. Hayır, yıkım için getirelien iş makinelerini, '' Tarlabaşı yenileniyor'' billboard'larının gizlemeye çalıştığı yıkıntıları kastetmiyoruz. Zira yıkım işlemleri bilmediğimiz bir nedenle fiilen durmuş vaziyette. Durgunluktan istifade, ilk yıkımların açtığı yoldan Tarlabaşı'na sızan yeni bir şey var. İlk önce yenileme projesine dahil olan sokaklarda yazılamalar belirmeye başladı.Zamanla, özellikle Sakızağacı Caddesi boyunca şablonların sayısı hızla arttı. Bu öncü sokak işleri, arkadan gelecek yaratıcı dalganın habercisiydi. Araştırmacılar ve fotoğrafçılar pervasızca Tarlabaşı sokaklarının görsel arşivlerini tutmaya koyuldular. Bu arada kapısı penceresi sökülmüş binalar ve balyozların birsüreliğine tert ettiği sokaklar, haziran ayında art arda üç sanat etkinliğine ev sahipliği yaptı. Önce Marmara ve Mimar Sinan üniverstilerinde okuyan güzel sanatlar öğrencileri Eski Çeşme Sokak'ta ''terk edilmiş bir binada'' adlı '' Division Unfolded: Tarlabaşı Intervention'' (serbest çevirisiyle Zembereğinden Boşanmış Bölünme: Tarlabaşı Müdahelesi'') olan sergiyi düzenlediler. Molozlardan arındırdıkları binanın üç katında Tarlabaşı'ndaki yıkımlarla ilişkili, çoğu ağıt niteliğindeki işlerilerini sergiledirler. Onların ardından aynı sokağın başında bu yıl dördüncüsü düzenlenen bağımsız görsel sanatlar ve müzik festivali VJ fest çerçevesinden yine '' terk edilmiş binalarda'' mapping tekniğiyle ''görsel dönüşüm'' adlı bir video-müzik etkinliği gerçekleşti. Birkaç hafta sonra, aynı ''terk edilmiş yapıların'' arasında ''heyyt be!'' fanzinini grafiti sanatçılarının performansları ve canlı müzik eşliğinde gerçekleştirilen sergi açılış partisi yapıldı. Genç sanatçılar, hipster'lar, neohippiler, Erasmus öğrencileri Tarlabaşı sokaklarını doldurdu.



''Terk edilmiş binalar'' mı ?


Öncelikle bütün bu etkinliklere ev sahipliği yapan, ruhunu veren bu yıkıntılar neyin nesiymiş, hatırlayalım; zira üç etkinliği çağrısında da kullanılan ''terk edilmiş'' ifadesi, etkinlikleri düzenleyenlerin Tarlabaşı'nda yaşananlardan bihaber olduğunu gösteriyor. Aslında herkesin malumu, bahsi geçen binalar öylece terkedilmedi, sokaklar birden bire ıssızlaşmadı. Süreç 5366 sayılı '' Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun'' -nam-ı diğer '' Beyoğlu Yasası'' kapsamında Tarlabaşı'nın 2006'da yenileme alanı ilan edilmesiyle başlamıştı. Bu yasa, ilk kurbanı Sulukule örneğinde de açıkça gördüğümüz gibi, yüksek rant değerine sahip kent içi alanların ''çöküntü alanı'' (''yıpranan'') ilan edilmelerini takiben devlet eliyle sermayenin yatırım alanı haline çevrilmesini (''yenilenerek'') sağlıyor. Yasa marifetiyle yenileme alanlarında ikamet edenler, kiracı-mülk sahibi ayırt edilmeden yerinden ediliyor (''yaşatılarak''), korunduğu iddia edilen yapıların yerine elitler için konut, ofis, otel vb. inşa ediliyor (''kullanılması''). Ezcümle, bu yasa yeni bri sermaye birikim modelinin, yeni kentsel yaşam tarzının ve istenmeye toplumsal grupları zorla yerinden etmenin hukiki yolu olarak işlev görmekte.       
           Dönelim Tarlabaşı'na.. Çalık Holding iştiraki olan GAP inşaat'ın Bülbül,Çukur ve Şehit Muhtar caddelerinde 278 binayı ve sokakları kapsayan projenin ihalesini 2007'de kazanmasının ardından yeni Tarlabaşı vizyonunu tanıtan afili planlar yayınlandı. Planlara göre yatırımcı için karlı olmadığı için yıkılan binalar ada bazında birleştiriliyor, butik otel, alışveriş merkezi ve konut olarak yeniden işlevlendiriliyor. Yapıların cepheleri ise Demirören AVM'de tanık olduğumuz şekilde korunuyor. Tarlabaşı Yenileniyor web sitesinde paylaşılan imajlara baktığımızda, arzulanan Tarlabaşılı profinin çözmekte güçlük çekilmiyor.: Müstakbel mahalle sakinlerinin geçilmez ulaşım aracı Vespa, üretim araçları ise omuzlarında taşıdıkları laptop çantaları. Sokaklarda sarışın sevimki çocuklar bir an önce koşturabilsin, alışverişten çıkan çiftler cafe'lerde frappe'lerini yudumlayabilsin diye, yüzde 70'i Kürt, Çingene ve evraksız göçmen kiracılardan oluşan eski Tarlabaşılılar el çabukluğuyla yerinden edildi, bazı binalara acil kamulaştırma adı altında komik fiyatlarla el konuldu, ''şanslı'' olanlar da Kayabaşı TOKİ binalarında borçalanarak ev sahibi yaptırıldı.


''Yıkıntı Pornosu''

Tüm bunlardan geriye şimdilik Tarlabaşı'nın yüzden 3'üne tekabül eden, yaklaşık 20 bin metrekarelik bir yıkıntı alanı kaldı. Yenileme planının açıklanmasıyla birlikte proje dışında kalan alanın girişimcileri iştahını kabartarak kendiliğinden dönüşmesi ve nihayetinde Tarlabaşı'ın Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan'ın deyimiyle '' İstanbul'un Champs Elysees'si'' haline getirilmesi planlanıyor. Yakın zamanların en distopik kentsel görüntülerinden biri olarak zihinlere yerleşecek dozer tepesine çıkartıldığı binaları yıkarken Tarlabaşı, geçici sakinlerini ağırlamaya başlamıştı bile: Sokak sanatçıları ve kent maceracıları. Yıkım öncesi ipteki çamaşırları, çocukları, kapı önündeki kadınları ve atölyelerde terleyen erkekleri görüntülemeyi tercih eden fotoğrafçılar artık boş binalar içerisine süzülüyor; sprey boyasını kapan, yakalanma tehlikesinden azade ''işini görüyor''. Kısa bir süre önce birilerinin evi, işyeri olan binaların cepheleri yıkıldıkça, kapıları söküldükçe, bir zamanlar suç yuvası addedilen sokaklar da kamuya açık sanat galerisi haline gelmeye başlıyor.
          '' A Field Guide to Getting Lost'' (2005) adlı kitabında Rebecca Solik, kentsel yıkıntılar ve punk müziğin doğuşu arasında bir yakınlık kurar ve şöyle der: '' Yıkıntılar bir kentin bilinç altı, hafızası, bilinmezi, karanlığı, kaybedilmiş toprakları haline gelir ve kenti yaşanır kılar. Kentsel yıkıntı bir kentin ekonomik hayatının dışına düşmüş bir yerdir ve bir şekilde sıradan üretim ve tüketimin dışına düşen sanat için de ideal bir evdir...'' Fakat yıkıntı gerçekten de ekonomik hayatın dışına mı düşer ?
          Geçmişte ABD ağır sanayiinin incisi, Fordizmin keşfedildiği, otomotiv endüstirisin üç büyüğü Ford, Chrysler ve General Motors'un anavatanı olan Detroit'teki terk edilmiş binalar, yıkıntı ve piyasa arasındaki ilişkinin en çarpıcı örneğini oluşturuyor. 1970'lerdeki kriz ve ardından gelen ekonomik daralmayla ortaya çıkan ''pas kuşağı''nın göbeğinde yer alan Detroit'in dört bir yanı, ''kentsel çürümenin'' sembölü olan harabe malikaneler,fabrikalar,oteller,tiyatro binalarıyla dolu. 2005'ten itibaren çektikleri terk edilmiş bina fotoğraflarını ''Detroit'in Harabeleri'' adlı bir kitapta toplayan Yves Marchand ve Romain Mefere, belki de küllerinden doğacak yaratıcı Detroit'in ilk adımlarını atmış olur. Arkası çorap söküğü gibi gelir: Gazeteciler,araştırmacılar derken, sanatçılar şehre akın eder. Son zamanlarda birinci dünyada kentsel çöküntünün Mekke'si haline gelen Detroit'te yıkıntılarla kurulan bu estetize edilmiş ilişki için ''yıkıntı pornosu'' ifadesi kullanılıyor. ''Requiem for Detroit'' (Detroit'e Ağıt'') adlı belgeselin bu pornografik bakışı iyi ifade ettiğini belirten John Patrick Leary, bu tür ürünlere içkin pornografik öğeleri şöyle sıralıyor: Taşkın bir enkaz uzmanlığı,olan bitenin dayanılmaz uyarıcılığı karşında duyulan arsız bir haz halini dengeleyen ''insan eliyle üretilmiş Katrina'ya yönelik liberal sempati tavrı ve en önemlisi, yönetmenin zalimce ''sokak zombileri'' olarak adlandırdığı insanların yokluğu...
         Yıkıntılarla kurulan bu pornografik ilişki, tanıdık meyvelerini çok geçmeden verir. Terk edilmiş binalar,boş oteller,tren istasyonları, fabrikalar genç yaratıcı sınıfın ilgisini çekmeyi başarır. Fotoğrafçılar, tasarımcılar ve sanatçılar yıkıntılar arasında kendilerine yer ararken, yaratıcı endüstirlerin yolu açılmaktadır.2010'da kurulan Detroit Yaratıcı Koridor Merkezin'nin vizyonu çok açıktır: Kent, küresel tasarım ve yaratyıcı innovasyon merkezi olmak için her türlü niteliğe sahiptir. Yetenek!Estetik!Marka!Altyapı! Merkez bu değerleri bir araya getirerek, yaratıcı topluluğu güçlendirecektir. Detroit pas kuşağından çıkıp yaratıcı koridoara geçerken, harabeler sermayenin gözde mekanları haline gelir.
           Detroit örneği bize kentsel yıkıntının sanıldığı gibi masum olmadığını açıkça gösteriyor. Elbette ki Tarlabaşı'ndaki durum Detroit'ten oldukça farklı. Detroit sermayenin kentten elini eteğini çekmesi sonunda harabe-kente dönüşürken, Tarlabaşı tam da sermayenin müdahalesiyle geçici bir harabe-bölgeye dönüştürülüyor.Detroit, İstanbul'da Cihangir ve Galata'da en sarih biçimde tanıklık ettiğimiz sanatçı eliyle soylulaştırma sürecini yaşarken, Tarlabaşın'da devlet eliyle yürütülen soyluluşatırma modeli gecikmeli olarak sokaklara intikal ediyor. Aktörlerin alana giriş sırası değişse de, her iki örnekte de , yıkık dökük binaların, ıssız sokakların özellikle alternatif/muhalif sanatçılar için benzer bir cazibe merkezi haline geldiğini görüyoruz.


Niyet ve akıbet


Kendisi sanat olarak değerlendirilsin yada değerlendirilmesin, projeden önce Tarlabaşı'nda nadiren görülen sokak işlerini nasıl değerlendirmeliyiz ? Şüphe yok ki bu işlerin çoğu (''rant çıkmazı'' şablonu, ''resist,rebel,reclaim'' yazılaması gibi) soylulaştırma projesinin farkında ve karşısında olarak bu bölgeye işleniyor. Benzer şekilde, yukarıda bahsi geçen Tarlabaşı müdahalesi sergisinin ve VJ Fest etkinliğinin ''iyi niyetlerle'' ve samimi duygularla alana indiğini, organizasyonları düzenleyenlerle yaptığımız konuşamalardan rahatlıkla çıkarabiliyoruz. Her ikisinin de amamcı, Tarlabaşı'nda olan biteni görünür kılmak. Fakat Foucault ve Barthes'tan öğrendiğimiz kadarıyla sanatçının ölümü fikri, bizleri niyet okumasından uzaklaşarak işleri bağlamında okumaya sevk ediyor. Ayrıca, bu tür mekan bazlı etkinlikler bizi müdahalenin ne olduğundan ziyade ne yaptığına, mekanla kurduğu ilişkiye, ürettiği toplumsallığa odaklanmaya zorluyor. Bu nedenle zaten, Sanatsal ve politik kavramlar olmayan '' iyi niyet'' ve '' samimiyet'' meselerini gönül rahatlığıyla rafa kaldırabiliriz.
            Sokağa çıkmak, dışarıda iş üretmek uzun zamandır çağdaş sanatçıların gündeminde. Bugünün çağdaş saat kurumlarının sanatçının muhalif olmasını, hayata karışmasını, toplumsal meselelere müdahil olmasını arzuladığımı söylemek çok da abartılı olmyacaktır. Böylesi angaje işlerin politik nitelikleri ve soylulaştırma süreçleri bağlamında toplumsal ve ekonomik etkisi halihazırda tartışılıyor. Tarlabaşı'ndaki müdahalelere baktığımızda, yukarıda belirttiğimiz gibi, soylulaştırma meselesi çerçevsinde tersine bir süreç yaşandığı, alanın önce devlet eliyle sermayeye devrediliğini, sermayenin alanı ''açmasının'' ardından sanatçıların sokaklara doluştuğunu görüyoruz. Yani, bahsi geçen alan aslında sermaye tarafından ele geçirilmiş, yıkıma kadar istisnai bir bölge olarak kendi haline terk edilmiş vaziyette. Yenileme için binalar boşaltılmadan önce bu alanda neredeyse hiçbir sanatsal müdahalenin olmadığı gerçeğini aklımızda tutarak, sermayenin sokakları ''özgürleştirdiği'' ölçüde sanatçılara muhalif işler üretmek için yer açtığını ileri sürebiliriz. Yani Tarlabaşı halkı burada yaşarken alana adım atamayan sanatçı vatandaş, halk sürüldükten sonra nihayet mahalleye teşrif ediyor.


 ''Yarın akşamın en sıradışı alternatifi''


 Bu çerçevede böylesi bir alanda gerçekleştirilen geçici müdahalelerin ne yaptığı üzerine düşünmemiz elzem. Eski Çeşme Sokak'taki binayı temizleyerek arızi bir galeriye çeviren ve angaje işlerini sergileyen, daha sonra aynı binayı fanzin sergisi olarak kullanan sanatçılar mekanla nasıl bir ilişki kuruyor ? Bu etkinlikler sermayenin yıkmak üzere boşalttığı binaları bir süreliğine yeniden işlevlendiriyor, doğru. Fakat bunu yaparken, arzuladıklrını tam tersine, yıkımı görünür kılmak yerine, proje alanını ''cool'' bir cazibe merkezine çevirerek yeni '' hip'' kullancılara açıyorlar. Twitter'da ''Heyyt Be!'' fanzinini sergi ve parti çağrısının ''yarın akşamın en sıradışı alternatifi'' olarak duyurulması bu durumun an aşikar ifadesi. Sergiye örümcek ağı enstalasyonuyla katılan Francesco Lupo'nun yıkım alanını ''özgür mekan'' olarak nitelemesi radikal bir kafa karışıklığının bir göstergesi adeta.
           Öncelikle, bir sokağı yada bir binayı ''ele geçirmek'', o mekanı özgürleştirmek anlamına gelmiyor. Bu üç etkinlkte de gördüğümüz vur-kaç tarzı mekansal müdahale, özellikle Hakim BEy.2n geçici otonom bölgeler fikrinin andıracak biçimde, belli bir alanı bir süreliğine ele geçirerek ktidarın kontrolünden kaçan yeni yaratıcı birliktelikler ortaya çıkarmayı hedefler gibi duruyor. Fakat bu tür müdahalelerin politik marifetinin, kaçmaktan ziyade, ele geçirilen mekanı dönüştürerek yeni toplumsal ilişkiler geliştirmesinde saklı olduğunu vurgulamalıyız. Eğer galeri içinde kurulan ilişkiler ele geçirilen binada sürdülüyorsa yada VJ gösterileri bir kulüpten çıkarak dönüşüme uğramadan sokağa taşınıyorsa, bu etkinliklerde neye '' vurulduğunu'' ve neyin özgürleştiğini bir kez daha tartışmalıyız. Bu anlamda nereye, nasıl vurduğunuz, kaçışınızdan daha önemlidir. Dahası, kaçtığınızda arkanızda ne bıraktığınızı düşünmeniz gerekir.
         Diğer bir sorun da yıkıntıları '' boş'' alan olarak görmekten kaynaklanıyr. Tinercisinden evsizine, seks işçisinden çocuklara ve daha da önemlisi, hukuksuz yıkıma direnen mahalle sakinlerine kadar pek çok insan bu binaları ve sokakları kullanmaya devam ediyor. Yani yenileme alanı halihazırda devingen bir toplumsallığa sahip. Bu tür etkinliklerin sokakları olsa olsa bu insanlardan bir süreliğine geri aldığını söylemek sanırız çok da iddialı olmaz. Sokakları dolduran hipster kalabalık, sokakları varolan kullanıclara kapatırken, bir yandan da proje tamamlandığında geri dönmek üzere ayaklarını alana alıştırır gibidir. Zira daha önceden girilemeyen alan olarak görülen bu bölgeye sanatçıların, galeri sahiplerinin bu etkinliklerle ilk defa adım attığını, korkulacak bir şey olmadığını gördüklerini dile getirdiklerini kulaklarımızla duyduk.Bu arada, bahsi geçen üç etkinliğin de Tarlabaşı'nı Taksim'den ayıran bulvarın verdiği tanıdıklık ve güvenlik duygusundan fazla uzaklaşmadan, projenin tam ortasında yer alan Sakızağacı Caddesi'nin bulvara en yakın ara sokağında düzenlendiğini de belirtmek gerekli. Benzer şekilde şablon ve yazılamaların da projenin sınırlarının bittiği noktandan daha aşağıya inmediği, sanatsal yaratıcılığın ''derin Tarlabaşı'yla'' karşılaşmaktan imtina ettiğini görmek için de cadde boyunca biraz yürümek yeterli.



''İsyan,direniş, geri kazanım''



Halbuki sanatçılar biraz daha aşağıya inseler,yıkımıa rağmen hem proje alanında hem de orje dışında kalan Tarlabaşı'nda hala akıp gitmekte olan hayatla karşılaşacaklar. Burada insanlar yaşamaya devam ediyor ve bahsi geçen etkinliklerin, birkaç istisna hariç, yaşayan bu Tarlabaşı'ylabir bağlantısı yok. Bu noktada bu müdahalelerin yaşama karışma ya da örgütleme gibi bir dertlerinin olmadığını iyice kavrayabiliyoruz. Yıkım alanı, işlerini iyi gösteren seksi bir dekor sadece. Mekanla kurulan bi ilişkilenme biçimi ''Tarlabaşı Harabelerini'' tarihsizleştirerek ebedi bir şimdiki zaman içerisinde sıkıştırıyor, sermayenin yıkımını görünmez kılıyor, dahası, bu yıkımı cool bir arzu nesnesine dönüştürüyor. VJ Fest ertesinde duvarda beliren ''Rebel,Resist,Reclaim'' yazılamasına bakıp kalıyoruz: Kim neye isyan ediyor ? Kim neye direniyor ? Neyi kimden alıyor ?
    Peki ne yapmalı ? Tarlabaşı'nı kendi haline mi bırakmalıyız ? Hala buradan yaşayan ve dönüşümün ikinci etabında ikamet edenlerin ellerini güçlendirmek için, boşaltılan alanları yaratıcı direniş mevzileri haline çevirmek bir alternatif. Şüphesiz bu tavır, yaratıcılık kadar, örgütlenme,emek ve stratejij bir perpektif gerektiriyor. Böylesi uzun erimli örgütlenmelere tahammülü olmaya, anlık müdahaleleri tercih eden sabırsız yaratıcı zekalar ise, belediye binasını, GAP İnşaat'ın ofisini yada bulvar boyunca tertemiz duran reklam panılarını tual olarak kullanmayı seçebilirler.

20120220

duymalı eşsiz sesler

haydi bir ses duy sonra bir ses duy sonra bir ses daha duy sonra bi daha bi daha bak hep sesler duyuyosun lan haydi ses duy bir ses daha haydi birses duy haydibirsesduyhaydibirsesduyhaydibirdehshduybihaydibirseshaydigudyurhandiauernahaydin.