20090330

TABUTTA RÖVAŞATA '96 - Derviş Zaim

Filmi sanırım 3. izleyişim, öncekilerden çok daha iyi bir görüntü kalitesiyle gerçekleşti. Okulun tırt sinema kulübü sayesinde, Derviş Zaim'le de konuşup, bir yaşıma daha girdim seyirlikten sonra.

-Kahveye bol su katınca, kahve kahvelikten çıkar.

Derviş Zaim'in enteresan bir insan ve enteresan bir yönetmen -de- olduğu her halinden belli. Yerlilikle, mahallelilikle ilgili bir film Tabutta Rövaşata. Yakından okuma yapılırsa, çok başarılı bir biçimde, Derviş Zaim'in de deyimiyle, trajik bir adamın hikayesi filmde anlatılmaya çalışılan. "Eliptik yöntem" dediği, parçalı anlatım biçimi, yönetmenin hoşuna gittiği kadar sanırım benim de hoşuma gidiyor(Hem de daha az film gidiyormuş, maliyetten de yırtıyor). Kamera açıları kadar renkler de bu filmi film yapan özelliklerden bence. Işık kullanımı, gerçekten atmosferi sağlanmasında önemli bir etken. Kısıtlı imkanlara rağmen, kurgu da çok başarılı. Yönetmen incelikle işlemiş her anı. Fakat bunların hepsinin dışında filmin oluşmasında çok önemli başka bir etken, başta Ahmet Uğurlu olmak üzere, oyuncuların çok yüksek düzeydeki performansları. Bu gerçekten çok büyük bir yer tutuyor filmde.

Senaryoya ve anlama gelirsek... Gerek göndermeleri ve yarattığı bakış açılarıla, gereken farklı okumalara bu kadar açık oluşuyla senaroya gerçekten çok iyi. "Tabutta Rövaşata Atamayanlar", ötekiler, başarılı bir dil, olmuş olandan bir kesit ile sunulmuş seyirciye. Sarı'nın gidişinin üzerine onca parasızlığa rağmen aksatılmayan /çizilmeyen racon, mezarlıkta da kitabına uyduruluyor. Birbirinden farklı olmayan Süleymanlar ve Demireller bir yerlerine dikecek tavus kuşu tüyleri aramakla meşgul olsunlar, Mahsun, sadece soğuktan korunmak için alışkanlık edinmiş olduğu araba/minibüs/otobüs çalma işini layığıyla yerine getiriyor; bazen onun da aşık olabilidği, hayatının içine ettirebildiği kadın için, bazense sırf biz seyirciye nasıl iyi bir şoför olduğunu gösterebilmek için. Değerlerinden hiç ayrı durmayan Mahsun'un hikayesi, belki de sıcaklığı tavuskuşlarında bulduğunda farklılaşıyor bizim için. Olsun ama, kıçı donarken araba çal(ma)dığında da farketmiyor yediği dayak, patronunun (!) arabasıyla çarptığı köpeği gecenin bir yarısı veterinere götürdüğünde de. Ötekilik, belki burada dayak arsızı olarak, içine işlemiş onun. Araba farları sadece siyah beyaz görebilen bir köpeğin gözünü alabildiği gibi aynı, onun gözünü de alıyor.
Ama yine de, Murat Ertel'in elektro bağlaması olmasa tavus kuşlarını pişirip yemeğe götürecek keyif alınamazdı herhalde filmden. Böylece arıza bir kült film, bir tabuta rövaşata...

ps: İzlediğim filmler hakkında, naçisane, fikirlerimi yazmaya başladım. Ay bitmeden birini burada yayımlamayı uygun gördüm. Belki de haftada bir tane... Aman neyse, böyle bir şey işte...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

küllük